2 Ağustos 2014 Cumartesi

PEROKSİTLİ PERİKLES ile PİRANHASESİN DUDAK BÜKTÜREN SERÜVENİ

Metamorfoz taşlar gibiydik
Azıcık antik, çoğucuk otantik,
Sonunda yerle yeksân olduk.

Perikles'in hidrojen peroksitle perçemlerini peyderpey açmaya yeltendiği o günü bilenler hatırlayacaktır, sonrasındaki bir haftanın en cafcaflı âdet sancısından daha ufunetli geçtiğini. Bilmediğin denizlerde sırtüstü, hem de paletle son sürat, yüzmeyeceksin; onu bilir onu söylerim yine de. Bazen denizi bilsen bile bilmediğin bir köşesi kalıyor mutlaka. Yel yepelek yelken kürek giderken cozurrttadanak kayaya çıkıyorsun. Kaygan yosunlar, keskin kaya yüzeyine bir de denizkestanesi ihtimali eklenince bet beniz külden hallice, ters dönmüş böcekler gibi debelenmek düşüyor kısmetine. Ne verirsen elinle o gider seninle, ne doğrarsan aşına o çıkar kaşığına; bu durum bizim piranhases ile az buçuk aşina. Elinde paletleriyle acıdan kıvrana kıvrana kıyıya çıkan piranhasese "evlâdım, sırtın kanıyor," diye seslenen teyze de NŞA'da 11,2 V hacimdeki ufunete birkaç mol daha ekleyiveriyor. "Farkındayım," diyor teyzeye ve kaygıyla havlusuna doğru yürümeye devam ediyor.

Tam da o sırada karşılaşıyor Perikles ile. "Hidrojen peroksitinizden azıcık sırtıma da sürer misiniz?" diye soruyor bezgin bezgin. Oysa adam, yaralı parmağa dahi işememek konusunda zibilyon tane altın madalya sahibi. "Hııııh! Delos Birliği'nden sızdırdığım oboloslarla aldım ben bu peroksiti hanım, koklatmam sana," derken, bir yandan da mısır püskülünden hallice saçlarını güneşe doğru sallamakla meşgul. Sallanan saçlara karşın sallanmadığını gören pirhanases: "Dilerim ki cuma günleri son beş dersin fizik olsun," diye Perikles'i yaylım lanetine tutup oradan sessizce uzaklaşır.

Güneş batarken ardında tepelerin, geldi veda zamanı Perikles'in diyerek sahilden ayrılmaya hazırlanan adam o dakikada sahilde hırsla yürüyüş yapan ortayaşlı teyzelerin altında kalarak can vermiştir. Kapağı açık unutulan hidrojen peroksit ise özgürlük nidalarıyla uçup atmosfere karışarak izini kaybettirmiştir. Heyhât a dostlar, kimselere yar olmamıştır peroksit, Sultan Süleyman'a bile... 

O sırada dizi setlerinde sabahı sabah eden Süleyman bu duruma çok sinirlenmiş ve sakalını sıvazlayarak "tiz vurun kellesini!" demiştir. Kimin kellesi vurulacak bilinmediğinden, muhafızlar geleni geçeni biçmiştir. Kupa Kraliçesi'ni bile keyiften dört köşe edip Karo Kraliçesine dönüştüren bu olay, çevrede büyük yankılar uyandırmıştır. İşte zaten Çin Seddi de bu olaydan sonra inşa edilmiştir. "Lan, acaba kuşbakışı nasıl görünüyor?" diye merak edip, bir de üstüne merakına yenik düşerek alabildiğine yükseklere çıkan bir Çinli mühendis, aslında uzaya giden ilk insan olmuştur. Anlatılanlara göre adam dünyaya geri dönmüş ve Jung Hanedanı'nın son temsilcisine durumu anlatmak istemiştir ama Yasak Şehir'deki herkesin taş kesildiğini görünce yüreğine bir inme inmiş oracıkta ruhunu teslim etmiştir. 15 şiddetindeki depremin ardından ardı ardına yıkılıp patlayan çimento fabrikaları yüzünden taş kesilmiştir Yasak Şehir.

Ve eğer ben bu yazımı 1900'lerin başlarında yazsaydım, Taaşşukı Talat ve Fitnat ile aşık atabilirdim. Artık herkes biliyor Perikles'in lânetini ya, o ufunetli haftanın bıraktığı his; şalvara düşen ateşi bile geride bırakmıştır. Öte yandan evine dönüp sırtındaki yaraya 180 derece açı yapmış iki ayna vasıtasıyla bakan piranhases, sırtının deniz ayıları tarafından pençelendiğine kendisini inandırmış; inandırmakla da kalmayıp manzaranın verdiği dehşetle elindeki aynayı yere düşürerek yedi yıllık bir uğursuzluğa mahkum olmuştur. 

Onlar ermiş tiradına biz çıkalım tritonların sırtına.

Dede Korkut'a Sesleniyorum: ADLA BENİ

Standart sapması yüksek olan kimselere sapık denir. Tespiti için beş ile on beş dakikalık bir gözlem kâfidir. Sınavda bunlardan çözenin puanı ise arşı âlâyı deler geçer. Bu sorun için basit ve kullanışlı bir çözüm önerim var; TÜBİTAK'tan destek bekler deli yüreğim, olmadı DEPİTAK'tan, ziyanı yok. 

Gaz ve toz bulutlarından alıyorum meseleyi kulaklarınızı 2^n ebatlarında açın. Monolid insanlara duyduğum tarifsiz sevgiye adıyorum bu yazıyı... Şimdilik başlıksız ama bir ara Dede Korkut boy boylama soy soylama bahanesiyle gelir de ad koyarsa boynum kıldan incedir. 

Cengizhan filminde muhteşem bir savaş sahnesi var (farkındayım filmin 3/4'ünde savaş sahnesi var)... Hani kurt kapanı yapıyorlar... (Yayın yönetmenim evrensel kümenin genişliğinden şikayetçi...) Tamam en dar haliyle şöyle diyelim Dombra'ya bir biçimde klip edilmiş olan sahne. (En son bunda anlaşalım, olmadı link atayım? Attım. Önceki hayatımda da attım.)

16 Şubat 2008 Cumartesi

AY ÇÖREĞİYLE NİŞANLANAN DALGIN ŞEHZADENİN HAZİN BAŞI-ORTASI-SONU

Keşke ben de, hikayemi "güzel kız dere kenarında yıkanıyordu, şehzade tarafından görüldüğünde..." diye başlatabilseydim. Çizmelerimizi çıkarıp fırına koyabiliyorduk ama bu onları kurabiye yapmıyordu. Fırının en pembe çöreğiydi, gelin yanağı gibiydi ama kimse cesaret edip de o gülpembesi güzelliğe yanaşamıyordu zira gülü sevenin dikenine katlanma zorunluluğu vardı. Oysa o dikensizdi ama dikensiz gül olacaksa kardelen olsaydı... Agnostik düşler bunlar; sonuna kadar açılır teybin sesi:
"GEÇ BUNLARI! ANAM BABAM..."
Tembeller şahının, toplam sayısını hep şaşırdığı oğullarından, sanırım, dokuzuncusu olan dalgın şehzade; çizmelerini fırına "dalgınlıkla" koyduğu sırada ayağından çizmeye geçen mayasıllar sayesinde mayalanarak oluşan ay çöreğini keşfettiğinde dünyası başına yıkıldı.
Ah! Ağzıma attığım kestane şekeridudaklarımı kesti; yoksa ben hala küçük bir çocuğum; haddime mi düşer kırmızı ruj sürmek?! Di'li geçmiş zamanı gösterirken, gözü şimdiki zamana takılı kaldığından, gelecek zamanı el yordamıyla bulmalıydı.
Misafir misafiri istemez, ev sahibi cümlesini def etme derdindedir; tıpkı koyunun can, kasabın canan (et) [çok tuhaf, bir daha oku...] peşinde olması gibi. Hani yelkovan akrebi kovalar, kadran hepsini...
Bırakın soylu bir aileyi, alelade bir ailesi bile olmayan ay çöreğine duyduğu aşkı ailesine anlatan şehzade; Richter (ve eşi Bihter) ölçeğiyle 7.4 şiddetinde kınandı; sarayın duvarları hala çatlaktır. Meğersem müteahit Merlin altından çalmış... (Yoksa sarayın altından mı; ah şu benim kuruyasıca bilinç altım!)